Kuru Fasulyenin Lezzetli Olması İçin Ne Yapılır? Bir Filozofun Sofrasında Tat, Anlam ve Varlık Üzerine Düşünceler
Bir filozof için “kuru fasulyenin lezzetli olması” yalnızca mutfakla ilgili bir mesele değildir; bu, varoluşun duyusal yüzüyle anlam arayışının buluştuğu bir sorudur. Çünkü lezzet, yalnızca damakta değil, zihinde de pişer. Her tanesi aynı tencerede kaynayan kuru fasulye, insanın bilgiye, iyiliğe ve güzelliğe olan arayışının küçük bir metaforudur. O hâlde soralım: “Lezzet” nedir? Bir yemek, gerçekten lezzetli olduğunda mı güzeldir, yoksa biz onu öyle sandığımız için mi?
Etik Perspektif: İyilikle Pişen Yemeğin Erdemi
Etik felsefe, eylemin niyetine odaklanır. Bir yemeği yaparken amaç yalnızca doymak mı, yoksa başkalarına iyi bir şey sunmak mıdır? Kuru fasulyenin lezzeti, tenceredeki malzemeden çok, o tencereye yön veren niyette saklıdır.
Bir yemek, sevgiyle pişirildiğinde, o sevgi tat olarak sofraya yansır. Bu anlamda lezzet, bir tür ahlaki enerji taşır. Çünkü insan, başkalarına iyi bir şey sunarken kendi içsel ahlakını da besler. Etik açıdan bakıldığında, kuru fasulyenin lezzetli olması, “doğru malzemeyi seçmekten” çok, “doğru tutumu” benimsemekle ilgilidir.
Bir filozof bu noktada şunu sorabilir: “Bir yemek yalnızca midemizi değil, vicdanımızı da doyurabilir mi?”
Bu soru, mutfağı bir laboratuvar değil, bir vicdan mekânına dönüştürür. Çünkü tenceredeki her seçim —yağ miktarı, tuz oranı, pişirme süresi— aslında insanın ölçülülük erdeminin bir yansımasıdır.
Epistemoloji: Lezzeti Bilmenin Bilimi
Lezzet, bilinebilir mi? Yoksa her insan kendi deneyiminin mahkûmu mudur? Epistemoloji, yani bilgi felsefesi açısından, “lezzet” duyularla elde edilen bir bilgidir; ancak bu bilgi öznel, değişken ve bağlama bağlıdır.
Bir kişi için ideal pişmiş kuru fasulye, bir diğeri için eksik tuzlu ya da fazla yağlı olabilir. Bu durumda filozofun sorusu değişir: “Lezzet nesnel bir gerçeklik midir, yoksa bireysel algının bir yanılsaması mı?”
Kuru fasulyenin lezzetini anlamak için onu yalnızca tatmak yetmez; onu pişirenin, sunanın ve yiyenin niyetini de bilmek gerekir. Çünkü bilgi yalnızca damakta değil, toplumsal bir bağlamda şekillenir. Bu, felsefenin kadim sorusunu yeniden gündeme getirir: “Bildiğimiz şey gerçekten bildiğimiz şey midir, yoksa bilmek sandığımız bir duygusal yankı mı?”
Kuru fasulye bu noktada bir bilgi nesnesine dönüşür; çünkü onun lezzetini anlamak, hem duyusal hem bilişsel bir deneyimdir. Bilgiye ulaşmak gibi, lezzete ulaşmak da sabır, dikkat ve farkındalık ister.
Ontoloji: Lezzetin Varlığı Üzerine
Ontoloji, yani varlık felsefesi, “ne vardır?” sorusuyla ilgilenir. O hâlde soralım: “Lezzet var mıdır?”
Lezzet, fiziksel bir varlık değildir; onu ne görebiliriz ne tartabiliriz. Ama o, varlığını insanın algısında ve duygusunda sürdürür. Tıpkı anlam gibi, görünmez ama hissedilir.
Bir filozof için kuru fasulyenin varlığı yalnızca bakliyat, su ve yağın bir araya gelişi değildir. Onun varlığı, pişirenin emeğiyle, yiyenin minnettarlığıyla tamamlanır. Bu nedenle lezzet bir varoluş biçimidir: insana dünyada bulunmanın somut, sıcak bir kanıtını verir.
Kuru fasulye pişerken çıkan koku, kaynayan suyun sesi, tencerenin buharı… Hepsi bir “şimdi” yaratır. Bu “şimdi”, insanı geçmişine ve kültürüne bağlar. Ontolojik olarak, kuru fasulye yalnızca bir yemek değil, “varlığın sofrası”dır.
Sonuç: Lezzet, Bir Yemeğin Değil, Bir Bilincin Yansımasıdır
Kuru fasulyenin lezzetli olması için tuz, yağ, salça, soğan gerekir belki ama asıl gereken şey bilinçtir. Çünkü lezzet, yalnızca bir tat değil, bir anlam biçimidir. Etik olarak iyi niyetle, epistemolojik olarak dikkatle, ontolojik olarak farkındalıkla yapılan her yemek, insanın kendi varlığına tanıklık eder.
Filozofun mutfağında, fasulye kaynarken şu sorular da kaynar: “İyilik bir yemek gibi pişer mi?” “Bir tat, bir düşünceye dönüşebilir mi?” “Ve biz, sofrada sadece yemek mi yeriz, yoksa varoluşumuzu mu tadarız?”
Belki de kuru fasulyenin sırrı buradadır: Tencerede değil, insanın kendini tatmasında. Çünkü sonunda hep aynı hakikate varırız — lezzet, dışarıda değil, içimizdedir.